İstanbul: Kalpazan Kent ve İnsanlık Panayırı

İstanbul: Kalpazan Kent ve İnsanlık Panayırı

Yazar, İstanbul'u "kalpazan kent" olarak nitelendirirken, bunu bir sitem değil, sevgi dolu bir ifadeyle dile getiriyor. Şanghay'daki sahte saat pazarlarını anımsatan Aksaray, Beyazıt ve Eminönü'ndeki sahte ürünlerin bolluğuna dikkat çekiyor. Marka takıntısına ve züppeliğe olan eleştirisiyle, sahte ürünlerin sosyalist bir toplumla nasıl bağdaştığını sorguluyor.

Yazar, İstanbul'un geçmişteki değişimlerine ve çok kültürlü yapısına odaklanarak, şehrin farklı dönemlerdeki göç dalgalarına ev sahipliği yaptığını belirtiyor. Laleli'nin bavul turizminin ilk evrelerinden, günümüzdeki Babil Kulesi'ne dönüşümüne tanıklık ediyor. Şehrin, insanların sahte eşya almak ve farklı kültürleri deneyimlemek için bir araya geldiği bir merkez olduğunu vurgulayarak, İstanbul'un dinamizmini ve hayatta kalma becerisini öne çıkarıyor.

İstanbul'un tarihi ve kültürel zenginliğine rağmen, kalpazanlık ve sahte ürünlerin yaygınlığı yazarın içsel çelişkilerini ortaya çıkarıyor. Ancak bu durum, şehrin canlılığını ve çok yönlülüğünü gölgeleyemiyor. İstanbul, yazarın deyimiyle hem munis hem de azgın, gerektiğinde kalpazan olabilen bir kent olarak, geçmişten günümüze birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapmaya devam ediyor.