Demokrasinin temel taşı olan ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkıyla doğrudan ilişkilidir. İktidarı eleştirme ve düşünceleri serbestçe ifade etme özgürlüğü, bağımsız bir yargı sistemiyle güvence altına alınmadığında, toplumun hakikati öğrenme ve baskıdan uzak yaşama imkanı kalmamaktadır. Cumhurbaşkanının ifade özgürlüğüne getirdiği sınırlamalar, eleştirilerin 'tutarlı, yapıcı ve iyi niyetli' olma koşuluna bağlanması, uluslararası standartlarla çelişmektedir. AİHM'in ifade özgürlüğüne bakış açısı, her türlü düşüncenin devlet müdahalesi olmadan serbestçe ifade edilmesini savunurken, Türkiye'de yargı, söylemin içeriğini inceleyerek devlet için bir tehdit oluşturup oluşturmadığına odaklanmaktadır.
Türkiye'de ifade özgürlüğünün sınırları ve yargı bağımsızlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve Avrupa Konseyi organlarının raporlarıyla karşılaştırıldığında önemli farklılıklar ortaya çıkmaktadır. AİHM, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalarda devletin takdir yetkisini daraltırken, siyasi eleştirilere ve basın özgürlüğüne müdahalenin haklı görülmesini zorlaştırmaktadır. Türkiye'deki yargı ise, 'Cumhurbaşkanına hakaret' gibi suçlarda AİHM tarafından ihlal kararlarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin iç hukukunun uluslararası standartlarla uyumsuzluğunu gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak, Türkiye'de ifade özgürlüğünün ve yargı bağımsızlığının korunması, demokratik toplumun vazgeçilmez bir unsuru olan hakikat arayışının ve eleştirel düşüncenin önünü açacaktır. İfade özgürlüğünün kısıtlanması, Spinoza'nın da belirttiği gibi, devleti yıkıma götürebilecek tepkileri tetikleyebilir. Bu nedenle, yargı bağımsızlığının sağlanması, uluslararası standartlara uygun bir hukuk sisteminin tesisi ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde kritik öneme sahiptir.
